Vakıf Başkanımız Dr. Agâh Oktay GÜNER ile yapılan,

Gazeteci SEDA GÖK'ün HABER SİTESİ'nde 16 Ocak 2014 tarihinde

yayınlanan Röportaj:


<

İZMİR İKTİSAT KONGRESİ


Dr. Agâh Oktay Güner, siyaset hayatında yakın zamana kadar önemli roller üstlenmiş bir siyaset adamıdır. Ama siyasetteki gücü kadar ekonomi bilgisiyle de Türkiye’ye yön veren isimler arasında yer alıyor. ”İsraf Ekonomisi” başlığındaki kitabı ile Türkiye iktisadi hayatına farklı bir açılım getiren Güner, bu çalışması ile Türk cumhuriyetlerine de ışık tuttu.
Turgut Özal, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş ve Mesut Yılmaz ile ya bürokrat, ya bakan, ya da parti yöneticisi olarak çok yakın çalıştı. Bürokrat ve siyasetçi olarak Türk ekonomi ve siyaset hayatında her dönem “Doğrucu Davut” olarak bilindi. Ankara’daki ofisinde görüştüğümüz Dr. Agah Oktay Güner, DPT’da görev yaptığı dönemden itibaren Türkiye’nin planlı büyüme sürecine tanıklık etti. Güner, “Planlama, ekonominin örümcek ağıdır, dokunduğunuzda her yeri titrer” diyerek planlı büyümeden vazgeçilmemesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Türkiye’nin devletçilikten vazgeçemeyeceğini de vurgulayan Güner, “Türkiye 70 yıl daha devletin ekonomide yatırım yapmasına ihtiyacı olan bir ülkedir. Devlet geri kalmış yörelere yatırım yapmak zorundadır” diyor.
Agah Oktay Güner ile İzmir İktisat Kongresi başlığı üzerinden Türkiye ekonomisine ışık tuttuk.

GÖK: Sayın Bakanım; İzmir İktisat Kongresi’nin önemini sizden dinleyerek başlayalım mı?

GÜNER: Cumhuriyetimiz 29 Ekim 1923 yılında kuruluyor. Ancak öncesindeki ilk iş İktisat Kongresi’ni toplamak oluyor. Sonra da uzun bir aradan sonra Turgut Özal döneminde ikinci kez bu kongre yapılıyor.
Bu kongre vesilesiyle Türkiye ekonomisine ve Türkiye’nin sorunlarını toplu bir bakış ulaşılıyor. Türkiye’nin en büyük kaybı, sorunlara bakarken toplu bakış ufkuna sahip olmamasından kaynaklanıyor. Planlamanın en büyük görevi toplu bakış imkanı vermesidir. Toplu bakış mantığını yakaladığınızda aslında birçok şeyi görme imkanı yakalarsınız. İsrafları önleme imkânına kavuşursunuz.
Bakınız size bir anekdot anlatacağım. Lozan Görüşmeleri sırasında İsmet Paşa’nın önderliğindeki Türk Heyeti’nin karşımızda Clamencau var. İsmet Paşa’nın kulağı ağır işitiyor. Zaten milli mücadele kadrosunun top ateşlerinin altında kalmaktan dolayı Atatürk hariç hepsinin kulağı ağır işitiyor. Fransız Senato Başkanı M.Hauriot’yu Türkiye’ye davet ediyorlar. İstanbul Valisi karşılıyor o da eski bir topçu subayı…M.Üstündağ Tercüman, senato başkanına “Yüksek sesle konuşun, kulağı ağır duyar” diyor. Senato başkanı da bağırarak konuşuyor. Sonra Ankara’ya geliyorlar. CHP Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal ile Dış İşleri Bakanlığı Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu karşılıyor. O da ağır işitiyor. İsmet Paşa’ya gidiyorlar “Aman, bu en büyük sağırdır. Bağırın diyor!” onunla da bağırarak konuşuyor. Adamı son olarak Atatürk’e götürecekler. Ama senato başkanını ikaz etmeyi unutuyorlar. Atatürk gayet iyi duyuyordu. Görüşmeye giriyorlar ve bağıra bağıra konuşmaya başlıyor. Atatürk dönüyor “Bağırmayınız, gayet iyi duyuyorum. Bunların içinde tek sağır olmayan benim” diyor. Senato başkanı, Fransa’ya dönünce bir rapor yazıyor ve diyor ki, “Türkiye bir sağırlar ülkesidir, bir tane kulağı duyan adam bulmuşlar onu da cumhurbaşkanı yapmışlar.” Bu yüzde 100 gerçek bir hikâyedir.
Lozan Müzakereleri’nde İsmet İnönü dinliyor, arkadaşlarıyla görüşüyor, o görüşme sonrasında konuşuyor. Bu da zaman alıp, sinir yıpratıyor. Lozan’da aşamadığımız en büyük handikap, Musul Petrolleri olmuştur. İngiltere’nin büyük oyunları ile Musul Petrolleri ilerde İngiltere ile Türkiye arasında çözülecek şekilde bir formüle bağlanmış ve mesele Lozan’nın dışına çıkarılmıştır. Emperyalist milletlerin Lozan’da aslında büyük başarısı vardır.

GÖK: Nedir bu başarı?

GÜNER: Birincisi genç Türk Cumhuriyeti’ni petrolsüz kurdurmuşlardır. İkincisi ise ABD bütün müzakerelere başından sonuna kadar katılmasına rağmen Lozan’ı imzalamamıştır. Sebebi ise Ermenistan ve Kürdistan sınırları belli olmadığı içindir. ABD’nin bu tavrı aşılamamıştır. Şimdi bakınız, nereden nereye geldik. Lozan’ı imzalamayan ABD’ye Atatürk’ün kurduğu eliyle fidan diktiği Atatürk Orman Çiftliği’nde büyük bir sefaret arazisi veriliyor. Ne günlere geldik.
Tarih şuurunun olmaması ve eksikliği devletler için kayıp ve felakettir. Bu arazi tahsisini yapan insanlar Lozan’ı bilecek kadar tarih bilgisine sahip olsalardı, ABD’ye bu toprak verilmezdi. Ankara’da yer mi yok?
Lord Curzon, müzakereler sırasında çok sinirlenir ve İnönü’ye dönüp “İstediğiniz her şeyi aldınız ama paranız yok. Yarın bizden borç istemeye geleceksiniz. O gün gelecek biz size bugün verdiklerimizin hepsini geri alacağız” demiştir.
Cumhuriyeti kuran kadronun en büyük dikkati borçlanmamak olmuştur. Kemal Tahir’in romanlarındaki anlatımıyla Mustafa Kemal için her seferinde “Sarı Paşa’nın eli çok sıkıymış” diye ifadeler kullanır. Doğrudur. Mustafa Kemal, Çankaya Köşkü’nün bahçesinde yetiştirilen sebze ve meyveyi tüketir. Dışarıdan bir şey alınmazmış. Bütçe hazırlanırken Atatürk; “Ne kadar paranız var, o kadar iş yapın!” dermiş.

GÖK: Yaşadıkları süreç etkili olabilir mi?

GÜNER: Evet. Ayrıca halkını çok iyi tanıyor. Millet 16 yıl savaşmış, can vermiş, kan vermiş ve para vermiş. İstiklal Savaşı sonlarında Meclis’in çıkardığı kanun Tekalif-i Milliye Kanunu’dur.Buna göre kimin iki işliği varsa birini, kimin iki öküzü varsa birini orduya verecek deniliyor. İki kilo bulguru olan bir kilosunu orduya verdi. Sonra bu kanunun uygulanması müfettişlerle denetlendiğinde görülüyor ki, bir tek suistimal yok. Böyle fedakâr, asil bir insan malzemesiyle 16 yıl savaşıyorsunuz.

GÖK: Bunu bizi neden anlattınız?

GÜNER: İzmir İktisat Kongresi aslında ihtişamını buradan kazanıyor. Bu ne müthiş bir ufuktur. Ne müthiş bir düşünce modelidir ki, yokluk şartlarında bile İktisat Kongresi’ni düşünebiliyor.

GÖK: Daha cumhuriyet kurulmadan bu kongre yapılıyor. Tarih olarak erken değil mi?

GÜNER: Batı size ne verirse karşılığını istiyor. Tıpkı bugün olduğu gibi… Osmanlı’yı Batılı devletler aslında 1856 yılındaki Kırım Harbi’ne kadar borçlandıramadı. Ne zaman ki, İstanbul’da Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması imzalandı. Biz gümrüklerimizi İngilizlere karşı sıfırladık. Tarih 1838’dir.
Kırım Harbi’nin sebebi Osmanlı’yı borçlandırmaktı. O güne kadar Osmanlı borçlanmadı. Mustafa Kemal ve yakın arkadaşları bu hesabı bilen insanlardı. ‘Ayağımızı kaptırmamalıyız, borçlanmamalıyız’ dediler. (İftihar Hatırası) diye bilinen, Milli Mücadelenin bütün paşaları Çanakkale’de örs ile çekiç arasında dövüldüler. Yorgun bir halk ile savaşın yaralarını sarmak zorunda kaldılar. Mustafa Kemal “Paranız kadar iş yapın, borçlanmayın” diyor. Bütçede açığı kabul etmiyor. O dönemde eğitilmiş iş gücü yok. Sultan Abdülhamit’in açtığı okulların yetiştirdiği üç kuşak savaşta ölüyor. Çanakkale bizim için aslında büyük bir beyin gücü kaybıdır. Biz bunun sıkıntısını hala çekiyoruz. Bu şartlarda kaynakları en iyi nasıl değerlendirebilirim meselesi gündemin birinci maddesi oluyor ve İzmir İktisat Kongresi bu sebeple yapılıyor. Atatürk emriyle kongrenin başına Kazım Karabekir Paşa getiriliyor. Çünkü Türkiye ekonomisine hakim bir isimdir. Kongrede sanayileşmeye önem veriliyor. Sanayi mallarının çok ucuz tarifeyle taşınması, fabrika kurulurken malların ücretsiz taşınması desteği verilerek, sanayi yatırımlarını devlet destekler deniliyor. Organize sanayi bölgelerini de gören bir ufuk var. Özel sektör eliyle kalkınmak prensip olarak kabul ediliyor. Mustafa Kemal, ülkenin her yerindeki kalkınma sürecinin gelişmesini takip ediyor.

GÖK: Özel sektör ön plana çıkarılıyor…

GÜNER: Evet. Mustafa Kemal, bir yoğurt imalathanesi kurulduğu için sevincinden kalkıp zeybek oynamıştır. Ulukışla’da süngü yapan bir tek usta var. Memleketin hali o günlerde buydu.

GÖK: Peki beyin gücü…

GÜNER: 1929’a geldiğinizde yurtdışına gönderdiğimiz gençler mühendis, iktisatçı olup, geri dönmüşlerdir. Bir tarafta Nasyonel Sosyalizm, öbür tarafta Marksizm var. Bu gençler ‘devletçi ekonomi’ modelini getiriyorlar. Dünya ekonomik buhranı, Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlardaki yetişmiş eleman sıkıntısı ve sermaye yetersizliği özel sektör eliyle bu işin yürüyemeyeceğini göstermiş ve bizi devletçiliğe götürüyor. Devletçiliğin tanımı çok güzel yapılmıştır. Vatandaş her türlü yatırımı yapar. O’nun yapamadığını devlet yapar. İşte bu şartlarda Sümerbank kuruluyor, Etibank kuruluyor. Gazi Paşa bunları kurarken, Anadolu’daki geleceğimizi görerek bunları yapıyor. “Biz Sümerlerle buraya geldik” mesajını veriyor.
Lozan’da “Sizin Anadolu’da ne işiniz var” denildi ya!… Onlara cevabı o günden düşünüp zamanı geldiğinde veriyor. Bu çok ufuklu bir şahsiyetin işidir. Türkiye devlet eliyle kalkınmaya gidiyor. Etibank ve Sümerbank kuruluşu çok önemli kararlardır. Ülke müteşebbis yokluğunu, eleman yokluğunu aşmaya başlamıştır. Zira o dönemden önce sanayi kuruluşlarının başına geçirilecek adam yoktu ama şimdi pırıl pırıl genç kuşaklar vardır. Devlet sadece iktisatçı yetiştirmiyor. Genç sanatçılar da yetiştiriyor.
Son dönemde artık Atatürk’ü tenkit etmek başarılı bir iş haline getirilmek isteniyor, ben bunlara ‘cahillerin cesareti’ diyorum.
Atatürk, Sakarya Savaşı’na cepheden Ankara geliyor. Maarif Şurası’nı topluyor. Öğretmenlere “Genç nesil sizlerin eseri olacak” diyor. İşte devlet adamı dediğin budur.
Devlet ondan sonra fabrikalar kurmaya başlıyor. Nazilli İplik Fabrikası, Kayseri İplik Fabrikası, Şeker Fabrikası’nı kuruyoruz. En sonunda da fabrika kuran fabrikaları kuruyoruz. Haksız yanlış ve peşin hükümlü kararlarla Türkiye’de devlet işletmeciliği perdesi kapatıldı. İktisadi devlet teşekküllerine yönelik kanun aslında ufku geniş bir kanundur. İngilizler bizden bu kanunu aldılar ve Kuzey İngiltere’nin sanayileşme sürecinde model olarak kullandılar. Türk iktisatçılarının, uzun yıllar KİT çalışmaları ile tek düzen muhasebe sistemi kuruldu. Tek düzen muhasebe sistemi olmadan (milli hesap planı) yapamazsınız. Aynı düzen olacak ki, siz stokları, satışları ve karı tespit edin. Planlamanın bünyesinde bu konu ciddi olarak ele alındı ve kıymetli çalışmalar yapıldı ve bizde elimizden geldiğince bir adım daha ileriye götürmek için uğraştık.

GÖK: O döneme ışık tutacak anılarınızı bizimle paylaşır mısınız?

GÜNER: Bir gün Denizcilik Bankası’na gittim ve Taşkızak Tersanesi’ni geziyorum. Tersane, Abdülmecit zamanında yapılırken aynı dönemde İngiltere’de de yapılmış. İngiltere’de biletle girilen bir yapıya sahip müze… Bizdeki ise çöplük durumunda idi. Tarih burada önem kazanıyor. Çimento sektörüne girdik, demiryolları işine girdik. O sırada 1971 Muhtırası verildi ve her şey durdu. Maalesef planlamanın sürükleyici fonksiyonu bitti. Süleyman Demirel, “Merkezi Hükümet Teşkilatının Yeniden Düzenlenmesi” sürecinde, 1960 Askeri Darbesi’nden sonra yedek subay okulundan alınıp, projeye dahil edilmiştir. O dönemde projenin sorumlusu Doç. Dr. Mümtaz Soysal’dı. Yetkilisi Süleyman Demirel idi ve bütün devlet kuruluşları elden geçirilmiştir. O zamana ilişkin çok hoş fotoğraflar var. İsmet Paşa, Tarım Bakanlığı’na gidiyor ve reorganizasyon projesini dinleyecek. ‘Tarım Bakanlığı ne iş yapar’ diye soruyor onlarda anlatıyor. Odacıya para veriyor ve ‘Git bir kilo elma alıp gel” diyor.
Elmayı kesiyor kurtlu, bütün hepsini kesiyor hepsi kurtlu çıkıyor ve dönüyor “Efendiler, ne zaman bu millet kurtsuz elma yiyecek” diye soruyor.
Süleyman Bey, devletin çok pahalı ve verimsiz işlediğini görmüş. 1967 senesinde DPT’nin başına Turgut Özal’ı getirerek tam yetki vermiş. Planlamayı hızlı dönen bir çark haline getiriyor. 24 saat çalıştırıyor. Ağır ve verimsiz “Merkezi Hükümet Teşkilatı” hızlanıyor. Süleyman Bey’in büyük başarısı budur. Kalkınma hızını arttırıyor.

GÖK: Bunları hangi parayla yapıyorlar?

GÜNER: 1963-1967 birinci plan dönemidir. Türkiye bir tarım toplumu olarak kabul edilmiştir. Bizim sorumluluk aldığımız ise ikinci plan idi. 2.Beş Yıllık Planlamada; ‘Türkiye şehir toplumu olacaktır ve sanayileşecektir’ deniliyor. Bu planın dış finansman kaynağı ise yurtdışında yaşayan işçilerimizin tasarruflarından elde edilmiştir. Onları bir kere daha minnetle yad ediyorum. Çünkü yerin altında 4 bin metrede kömür çıkarıp, domuz eti yememek için et yemeyen vatan evlatları sayesinde biz ikinci planı gerçekleştirdik. İkinci planın dış finansmanı tamamen yurtdışında çalışan Türk işçilerin ailelerine gönderdikleri paraların varlığı ile olmuştur.

GÖK: Kalkınma hızımız arttı peki sonrası…

GÜNER: Turgut Özal’ın müsteşar olduğu dönemde planlama ekonominin beyni oldu, pusulası oldu. Süleyman Demirel o dönemde üç ayda bir Odalar Birliği, Esnaf Birliği, Türk-İş temsilcileri ile bir araya gelirdi. Sektör sorumlusu uzmanlar da bu toplantılara katılırdı. Kanun çıkartılması gerekirse çıkarılıyordu. Laf ayağa düşmezdi. Dert anlatıldığında çare bulunuyordu. 1960 darbesi sonrası gelen Demirel hükümetleri ile toplu iş sözleşmelerinin mükemmel gittiği bir Türkiye gerçek olmuştur. Planlama da bunu çok iyi uyguladı. Çok iyi bir şekilde kazasız belasız İş Barışı sağlandı. Seyfi Demirsoy başta olmak üzere TÜRK-İŞ kadrolarının da bu işte büyük emeği vardır.

GÖK: 1981’e yılına kadar İktisat Kongresi düzenlenmemiş olsa da aslında ruhu hep ayakta tutulmuş diyebilir miyiz?

GÜNER: Aynen. İzmir İktisat Kongresi’nin ruhu hep diri tutuldu. Meslek kuruluşları düzeyinde çalışmalar aslında yapılmış. Bir de o dönemde planlamanın önemli bir tecrübesi oldu. Antalya Bölgesi’nin (turizm bölgesi) ilan edilmesidir. Bu planlama uygulaması dünyanın önemli kuruluşlarından da ödül almıştır.
O yıllarda tarım bir numaralı meşgale. O dönemdeki sorun köye giren para ile çıkan paranın dengelenmesi idi. Türkiye’de bu ihmal edilmiştir. 1980’den sonra tarım çok ağır darbe yemiştir. Batı bize “Gidin çiçek yetiştirin, sanayi ile ne işiniz var demişti.” Tariş, Fiskobirlik, Güneydoğu Birlik gibi kooperatiflerimiz adım adım 1980’den sonra darbe yediler.

GÖK: Kooperatifler doğru yönetilebildi mi?

GÜNER: Yönetim zafiyeti demek, siyasetin kooperatiflerin içine girmesi ve hakim olmasıdır. Unutmayalım ki, kooperatifler demokrasi okullarıdır. Köylü tüccarın insafına terk edilemez. Siz köylünün belkemiğini kırdınız. Kooperatifler yok oldu, şimdi köylü piyasaya terk edildi. Bu hükümetten önceki hükümet döneminde AB bize “Siz tütün, şeker pancarı ekmeyin” dedi. Türkiye, Fransa’nın şekerini ve ABD’nin tütün stoklarını eritmekle sorumlu tutuldu. Bizdeki canım tütünümüzü terk ettik. Adnan Menderes şeker pancarı tarımı ile bu ülkede kalkınmayı başlattı. Onunla birlikte şeker pancarı tarımıyla çapayı, gübreyi ve tarlaya makineyi soktu.
27 Mayıs darbesinden sonra ABD’den profesörler geldi ve Adnan Menderes’in projelerini incelediler. Tarımı, projeleri, planlamaları tam not aldı. Bu plan ve programların raporları basıldı ve sonra da yok edildi. Devletin arşivlerinde varsa bunları bulmaya davet ediyorum. Bugün ise artık köylü piyasa şartlarına terk edildi. Köylümüz sadece sefaleti yaşıyor.

GÖK: Planlamadan uzaklaşıyor muyuz?

GÜNER: Türkiye, bugün DPT’yi suç işlemiş bir çocuğun kenara itilmesi gibi itmiştir. Kalkınma ajansları ne yapabilir göreceğiz. DPT’nin toplu bakışından Türkiye mahrum edildi. Bu ülkede planlama esas itibariyle koordinasyon faaliyetidir.

GÖK: Kalkınma ajanslarının kurulması hata mıydı?

GÜNER: Hata değil ama hiçbir zaman DPT’nin yerini tutamaz. Planlama sonuçlarını da takip eder. Eskiden önce plan tartışılırdı. Bugün biz günübirlik ekonomik kararlarla idare ediyoruz. Bir rüya görüyoruz ve kanal yapıyoruz. Bunlar acıdır.
Dünyanın en kaliteli pamuğunu üretiyoruz. Ancak yanlış anlaşmalar ve taahhütlerle pamuğumuzu öldürdük. Gidin Ege’nin köylerine pamuk tarlası yok. Tütün tarlası yok. Neden? Gümrük Birliği anlaşması doğru muydu? Sürekli gümrükleri sıfırlamamız isteniyor. Bizi bu cinnet üçgeni içine soktular. Artık birkaç bakanımız “Artık GB anlaşmasını gözden getirme zamanımız geldi” deme çizgisine ulaştı. Bu sebeple Türkiye tekstil sektörünü kendi eliyle perişan etti. O pamuğumuz olsa biz daha güçlü olurduk. Pamukta ithalatçı konumuna geldik. Gümrüksüz giren mallar sebebiyle hem tarım ürünlerimiz darbe yedi, hem de fabrikalarımız kapanmaya başladı.

GÖK: Tekstil sektöründen örnekleme yapalım. Katma değerli ürünler üretmeye başladık. Bir açıdan fasoncu kimliğinden uzaklaşmaya başladık. Hala Türkiye’nin ikinci büyük sektörü… Koleksiyonlar üretiyor ve marka yaratıyoruz. “Tekstil sektörü yok oldu” demek acımasızca olmaz mı?

GÜNER: Tekstil sektörünün üretim kapasitesini yok ettik. Konfeksiyon yapıyor olabilirsiniz ama elin oğlu size ne kadar yapıp satıyor? İstanbul ve Ankara, Hint elbiseleriyle dolup taşıyor. Meselenin temeli; örümcek ağını görmemektir. Planlama örümcek ağı gibidir. Dokunduğunuzda ağın her yeri titrer. Örümceğin dehasıdır, bir mühendislik sırrıdır. Planlamada ekonomide bir örümcek ağıdır. Siz planlama şuurundan kaçtığınız için bu darbeleri yiyorsunuz. Türkiye sanayi de büyük imtihan vermiştir ve ayakta kalmıştır ama ne pahasına? Bu kadar pahalı bedeller ödememeliydik. AB’nin 3.ülkelerle imzaladığı gümrük indirimi anlaşmaları bize darbe vuruyor.

GÖK: Bugüne geldiğimizde bu gerçekleri göz önünde bulundurduğumuzda sizce Türkiye’nin iktisadi açıdan kimliği nedir?

GÜNER: Bu ülke hem sanayi, hem tarım, hem de turizm ülkesidir. Tarih şehri olan İstanbul bugün boğuldu. Anadolu’dan Avrupa yakasına geçemiyorsunuz. Şehir planlamalarını dahi yapamadık. TOKİ, bütün illere bina yapıyor. Bu şehirlerin tarihi kimliği nerede? Bir köprü yapmışlar Haliç’e kulelerinden dolayı Süleymaniye Cami görünmüyor. Süleymaniye Cami, bir milletin iftiharıdır. Onu görmeden İstanbul görülür mü?

GÖK: Günümüz ekonomisine geldiğinizde nasıl bir iktisadi gerçek ile karşı karşıyayız?

GÜNER: Sanayimiz büyük sıkıntı içindedir. Sanayi kuruluşlarının hepsinin sermaye sıkıntısı vardır. ‘Dövizi şurada tutacağım’ demek ile döviz orada tutulmaz. Serbest Piyasa Ekonomisi’ni kabul ettiyseniz, bırakacaksınız kontrolü. Döviz kendi kendini dengeleyecek. Bu nasıl bir serbestlik? İkinci önemli başlık “güven duygusu”dur. Piyasaya güven duygusu vermek zorundasınız. Güven duygusu olmadan ekonomi gelişmez. Yatırım yapılmaz.

GÖK: Türkiye’de son yıllar siyasi istikrardan dolayı büyüme oranları da istikrarlı… Ama siz buna karşılık güven oturmamıştır diyorsunuz.

GÜNER: Evet oturmamıştır. Bir yazar eğer Başbakan’ın hoşuna gitmeyen yazısı nedeniyle gazeteden atılıyorsa, Gezi Olayları’nda bir kısım bankalara ağır ithamlarda bulunuluyorsa, Türkiye’nin dev bir holdingine gaz bombaları atılıyorsa o ülkede güven duygusu yoktur. Ayrıca güven duygusu Hükümet’in adaletten ayrılmaması ile oluşur. Siz kendi siyasi düşüncenize yakın olanlara TOKİ’nin ihalelerini açar, diğerlerine iş vermezseniz ekonomide adalet olur mu? Her vatandaşından vergi alan devlet hizmet ve nimet dağıtırken de adaletli olmak zorundadır. Birinci İktisat Kongresi’nde borçlanmamak esastı. Bugün Türkiye akıl almaz borçlara ulaştı. Türkiye’nin borcunu bu yıl ve gelecek yıl nasıl çevirebileceği ciddi endişe konusudur. Türkiye, sıcak para ile ekonomisini çevirdi. Planlı bir ekonomi zihniyetiniz yoksa emperyalizmin size tayin ettiği görevi yüklenirsiniz.
1980 yılından sonra Türkiye’de hangi büyük sanayi yatırımı yapıldı? Erdemir, İskenderun Demir Çelik gibi bir tesis var mı? Yapılanlar da montaj odaklıdır. Ayrıca işçilerin çalışma koşullarını iyileştirmek zorundayız.

GÖK: Peki ne yapılmalı?

GÜNER: Birincisi tarım kesiminde köylünün sahipsizliğine çözüm bulunmalı. Muğla köylerinde naylon torba içinde iki dilim ekmek ve kola ile öğle yemeği yiyen insanımız var. Köylü artık iliğini yiyor, bu bir faciadır. İkincisi, köylüyü köyde tutacaksınız. Köyler boşalıyor çünkü işsiz. Türkiye, sanayi kuruluşlarını bölgesel açıdan dağıtmamakla hata yapmıştır. Anadolu’da artık girişimci aile kalmamıştır. Yeni bir tarım ve sanayileşme anlayışına ihtiyaç var.

GÖK: Teşvik paketleri yeterli değil mi? Bölgesel planlamayı yapamadık mı?

GÜNER: Yanlışlıklar var. Güneydoğu’ya yüzde 100 güven ve huzur gelmeden başarılı olamazsınız. Adamın şantiyesini yakıyorlar, işçisini öldürüyorlar. Hayvancılığa destek vereceksiniz. Kesim istasyonları açacaksınız. Köylünün hayvanlarını alıp karkas et olarak tüketim bölgelerine göndereceksiniz ihraç edeceksiniz. Et Balık Kurumu’nu, Süt Endüstrisi Kurumu’nu kapattınız neden? Bu bölgelerde ayakkabı sanayiyi tekstil ve süt ürünleri sanayini geliştireceksiniz.
Altyapısı olmayan teşvik paketleriyle bu iş olmaz. Türkiye devletçilikten vazgeçemez. Türkiye 70 yıl daha devletin ekonomide yatırım yapmasına ihtiyacı olan bir ülkedir. Devlet az gelişmiş bölgelere yatırım yapmak zorundadır.
Savunma sanayini bölgesel olarak dağıtacaksınız. Bunu nakliye maliyetini düşünmeden yapacaksınız. Çalışan nüfusumuzun yüzde 74’ü ilkokul mezunudur. Bu nüfus yapısıyla AB’ye girdiğinizde süpürgecilikten başka ne yapacaksınız. O sebeple moda fikirlerin bize faydası yok. Türkiye’ye verim getiren projelere dönülmeli, yaşanmış tecrübelerden ibret alınmalıdır.

GÖK: Sizce Türkiye yapılan hiç mi güzel bir şey yok?

GÜNER: Tabi ki var. Ama yapılabilecek güzelliğin ne kadarı yapılabildi? Sadece zekatı yapıldı. Bu kadar gayretle, bu kadar gelirle, bu kadar güzel insan malzemesi ile daha muazzam işler yapılabilirdi. Burada müsrifçe hareket ettik. Türkiye’nin deniz gücü Fransa ve İtalya’yı geçmişti. Şimdi biz abuk subuk davalarla donanmamızı kırıyoruz. Siz bugüne kadar Türk sefaretlerine ateş açıldığını duydunuz mu? Ama artık oluyor. Yukarıdan bakıp hiçbir kurumu yaralamamak lazım. Hükümetin birinci yanlışı budur. Yeni Torba Yasa ile dışarıdan elçiliklere büyükelçi atama yetkisi verildi. İlahiyat fakültesi çıkışlı biri ilim adamı Çat’a büyükelçi oldu. Dış politika kültürü çok farklıdır. Bu olmaz, herkesi kendi uzmanlık alanında değerlendirmeli. Bakanlıkların kimyasını bozmak yanlıştır. Cumhuriyeti kuran insanlarımız 16 yıl atın üzerine konulan bir kilim parçasının, yamçının üzerinde yattılar. Devletin temeline her taşı bin dikkatle koydular. Bunu anlayalım ve kıymetini bilelim.
Sanayi de organize sanayi bölgelerine önem vermek lazım. Müsteşar olduğum dönem Konya’ya ilk organize sanayi bölgesini açtık. Şimdi 7. organize sanayi bölgesi yapılıyor. Sanayicimizi de faize boğdurmamak lazım. Yabancı bankalar, köylere özel heyetlerle gittiler ve cömertçe kredi verdiler. Ama şimdi arazilerin büyük bölümü ipoteklidir. Yabancılara köylerde toprak satılamaz demiş Mustafa Kemal yaptığı kanunda, ama şimdilerde sorumsuzca arazi satılıyor.

GÖK: ‘OSB’lere önem verilmeli’ dediniz. Sizce bu konuda çok mu kötü noktadayız?

GÜNER: Önce mevcut olan OSB’leri doldur. Sonra akıllı projelerle yenilerini kur.

GÖK: Gelecek 10 yıl içinde nasıl bir Türkiye görüyorsunuz?

GÜNER: Güzel olmasını istiyorum. Sıcak paraya dayalı büyümeyi terk eder ve kendi kaynakları ile sanayileşmeye tarıma ve enerji yatırımlarına yönelirse güçlü bir Türkiye gelir. Türkiye’nin coğrafyasında her gün şartlar değişiyor. Bizim bu yalnızlık içinde kapısını çalabileceğimiz komşumuz kalmadı. Devlet 100 yıl sonrası düşünülerek yönetilir. Türkiye, AB ilişkisini bozmadan sabır politikasına devam etmelidir. Türk Dünyasına, Ortadoğu’ya açılmalıdır. Bu açılım teknoloji ile olmalıdır. Teknoloji üretmeye ağırlık vermeliyiz. Bunu yapabilirsek o zaman bizim Orta Asya’ya yönelmiş, Ortadoğu’yu kaplayan bir Pazar gücümüz olacaktır. Artık yetişmiş kadrolarımız var. Diplomalı işsizlerimizde böylece iş sahibi olur. Atatürk; “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” dedi ama gerektiğinde de Hatay’ı almasını bildi.

GÖK: Sayın Dr. Agâh Oktay GÜNER'e değerli zamanını bizlere ayırdığı için çok teşekkür ediyor, saygılarımızı sunuyoruz.




Röportaj: Seda GÖK